11 Haziran 2012 Pazartesi

Bir süre sonra....




Bir sure sonra,

bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasindaki
ince farki ogrenirsin,

Ve askin yaslanmak,
birlikte olmanin da guvende olmak
anlamina gelmedigini ogrenirsin,

Ve opucuklerin sozlesme
ve hediyelerin de vaat olmadigini ogrenmeye
baslarsin,

Ve yenilgileri
basin dik ve gozlerin acik karsilamaya baslarsin,
bir cocugun uzuntusu ile degil, bir yetiskinin
zerafeti ile,

Ve herseyi bugunu dusunerek yapmayi da ogrenirsin
cunku yarin ile ilgili hersey belirsizdir.

Bir sure sonra gunes isiginin yakici oldugunu
ogrenirsin
eger fazla maruz kalirsan

Bu yuzden,
baska birisinin sana cicek getirmesini beklemeden
kendi bahceni yarat
ve kendi ruhunu kendin susle.

Ve goreceksin ki dayaniklisin...
Ve kuvvetlisin,
Ve degerlisin.

Veronica A. Shoffstall

Anlat onlara...



Aşık olamamayı anlat aşık olmuşa, anlatki yaşadığının adını koyabilsin.. 

Ölmeyi anlat yaşamayı bilmeyene.... 
Gönül gözüyle görmeyi anlat gördüğünü zannedenlere.. 
Yada kör olmayı anlat herşeyi görüpte acı çekenlere; 
Kalbi pas tutmuşa sevmeyi anlat... 
Ağlamayı onur sayana gözyaşındaki asaleti anlat... 
Hürriyeti anlat hapistekine.... 
Kuşları bile avlayana vicdanı anlat.... 
Hayatın güzel renklerini anlat siyahı anlam bilene... 
Afrikadaki bebekleri anlat offff çekmeyi bilmeyene... 
Sonsuzluğu anlat sınırları olanlara.... 
Koşmayı anlat yürümeye üşenene... 
Anlamları çoğaltıp boğmayı anlat hayatının anlamının olmadığını düşünene... 
Sevabı anlat günahkara.... 
Sevabın birazda tadını anlat ot gibi yaşayana 
Kelimelerin gücünü anlat susmayı maharet sayana... 
Yada susmanın bazen bilgece göründüğünü anlat boş konuşana... 
Hacivatı anlat karagöze, anlat ki yarım olduğunu anlasın onsuz... 
Ağaca kuşları anlat, kimlere ev sahipliği yaptığını bilsin... 
Güvenmeyi anlat insana, dost aramayı bırakıp birilerine dost olabilsin.... 
Gururun ne kadar yüksek bir tepe olduğunu ve çıktıkça ne kadar alçalacağını anlat... 
Aldatana gerçekte aldattığının kendisi olduğunu anlat, anlatki kendi kendini hançerlediğini fark etsin... 
Gülü hatırlatsın diye dikeni anlat, belkide dikeni hatırlatsın diye gülü ... 
Elbet biryerlerde seni anlayan mutlaka birinin olduğunu anlat, yanlış anlaşıldığını zannedene... 
Zamanın kıymetini anlat hoyrata.. 
Yüreğinin ta içini anlat anlamayana 
Anlat ki seni değil yüreğini tanısın 
Sevdayı anlat yüreği nasır tutmuşa anlat ki geri kalan ömrünü gerçekten yaşasın... 
Umutsuza güneşi anlat, anlat ki her karanlığın sonu bir aydınlığa gebedir bilsin... 
Gözlerle değil yürekle bakmayı anlat gözleri görmeyene, 
Anlat ki gerçek marifet aynada değil aynaya bakanda onu anlasın... 
VE, 
"Susmayı anlat; Konuştuğunda hayır olmayana... 

6 Mayıs 2012 Pazar

Gidersen yikilir bu kent

gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider 
bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında 
yanlış adresteydik, kimsesizdik belki 
sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar 
biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı 
üşür müydük nar çiçekleri ürperirken 

gidersen kim sular fesleğenleri 
kuşlar nereye sığınır akşam olunca 

sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
birde seni ekliyorum susuşlarıma

selamsız saygısız yürüyelim sokakları
belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
yüreğimize alırız onları, ısıtırız
gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

gidersen kar yağar avuçlarıma
bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
bir tufan olurum sustuğun her yerde.

4 Mayıs 2012 Cuma

Başka bir şey...

 bir yıldırım
çarpması benim istediğim. okyanusa dökülen nehirin suyunun okyanusa karışması.
göktaşının paris`te yalnız yürüyen adamın başına düşmesi. 
bir güneş tutulması
benim istediğim. bir aşk tutuşması.
bin aşktan kaçarken benin rastladığının sen
olması. sığamadığım şehirlerin hepsinin bana ev olması. tutuşturulan hüzünlerin
lacivert bir gecede bir şarap şişesinde yakılması. başka türlü bir şey benim
istediğim. bu çağda olmaz olası. geceye sığmaz yaşanması. gündüzde hep eksik
kalması. başka, başka bişey. bir yıldırım çarpması. bir yanardağ faciası.
öyle
bir gelmelisinki bana ben lal kalmalıyım. kulaklarım duymamalı bir daha başka
bir sesi. gözlerim görmemeli başka bir yüzü.
deste deste biriktirdiğim
yalnızlığım yanında erimeli. yüzümda bir sarhoş gülümseme gezinmeli. mevsimler
anlamsız, mevsimler şaşkın düşmeli.
aşk, öyle bir çarpsınki beni o ben ben
olmayayım dediğim gecelerin cevabı olmalı. kaçtığım sokaklardan sana sığınmalı.
aşkından harap bitap düşmüş olmalı. seni sevmekten, seni sevmekten başka çıkışım
olmasa...
aşk kapımı öyle bir çalsaki benim o kapım bir daha kapanmasa.
topladığım denizkabukları sahibini bulsa. gecelerde ve yalnız işlediğim o hatlar
bir mana kazansa. mana. manam sana kaysa. senle varolsa bu hayat. ve bir gün
yine seninle yok olsa.
hiçbir taht hiçbir saltanat bana senden başkasını
hatırlatmasa. haremdeki cariyeler azad olsa, sultanlık yıkılsa ben sana
sığınsam. kaçak bir padişah olarak sadece aşkına sığınsam. bana baksan. beni
anlasan. bana baksan. bana baksan.
sen bana baksan o anlar zamanın hükmünden
çıkar. senin gözlerinin değdiği gözlerim öyle bir hal alırki ne bir daha
göreceği şeyler onun için anlamlıdır nede geçmişinde gördükleri. an
hüviyetsizdir artık. an aşka bulanmıştır. an aşkla yıkanmıştır. 
aşkın değdiği
bir şeyin hiç eskisi gibi kaldığını duydunmu sen?
aşkla eriyen dudaklarının
dudaklarıma değmesi nasıl bir ateş yakar bende hiç düşündünmü sen? küresel
ısınma dedikleri yanında anlamsız kalır. buzullar erir. bu dünya bir alev topuna
döner. gece. ve mum ışıkları aydınlatırken odayı. senin aşk kokan bedenin.
cennetin hangi bahçesinden çalınmış bu topraklar. sırtın. sırtındaki o ben.
boynundaki ufak izin. hangi cennet bahçesi kokunu taşır? hangi çiçekte hangi
koku senin kadar anlamlı olur. gece. ve biz ikimiz birer göktaşıyız. uzayın
derinliklerinde birbirimize doğru bilinmez bir hızla seyreden. birazdan
tutuşacağız. ve bu tutuşmadan. ne sen sağ çıkabileceksin. nede ben. 
liman olan
aşka nasıl sığınabilirim? nasıl bir kaptanımki ben bu gemiyi bir türlü kontrol
edememekteyim. soğuklarda güvertede yani bu yapayalnız ruhta bir gömlek bir
ceket gezinmekteyim.
istanbul. aşk eğer sen olsa idin. ve istanbul istanbul
olmasa idi ben onu fetehederdim. adını o şehre verirdim. yüzyıllarca seni
bilsinler ve sana aşık olsunlar diye.
aşk. hangi denizin kıyısındasın sen.
hangi kumsalda duruyor ayak izin.
başka türlü birşey benim istediğim.
bir
kadın bir erkek arasında geçen. ve içinde sadece mana bulunan.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Ekmek şarap sen ve ben





Birde sabahın dördü 
Dışarda kar 
Odamız ılık 
Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe 
Anlattın bana ağzı sarımsakı kokan bir çocukla yattığını 
Aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını 
Kıskandım Gogeni Tahitilim 
Terlemiş vücudunu silerken 
Cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
Saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
Güneşi doğurmuştu ölü cisim
Martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
Nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
Sam yelim Sahra-i kebirim
Kahrettim her şeye o gün
Babanın çarap çanağına, Gogen'e, kadere, sana, bana birde gittiğin arabanın tekerine
Ne diyordum arkadaş....
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
Daha sonra yaparım hayatın felsefesini
Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
Bazen kadın hamamında tellak....
Bazen Cristof Kolomb
Napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
Timur'ken Beyazıt'ı yenişimi....
Bir kere Aristo'nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
Eğer daha da içersem
Shaskespare halt etmiş derim karşımda
Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be Platon...
Bir içsinde görsün....Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
Islak kaldırımlarda yürürken acırım
Önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
Ukalalık işte derim neme lazım senin
Kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
Şehrin hizbe sokaklarında
Yavaş yavaş kaybolur benliğim.

 

1 Mayıs 2012 Salı

Zıtların çekimi


İnsan, hayvan, nebat, cemat her şey, birbirine aşıktır. Bir adam bir şeyi sevdi de muradı o oldu. Başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen aşıkına aşıktır. Muratsız hale gelen aşıklar bir murat etrafında döner, dolaşır yalnız sevgililerini dilerler ama muratları maksatları olan sevgililerde onları kendilerine çekip dururlar.


Fakat aşıkların meyil ve muhabbetleri aşıkları zayıf bir hale getirir. Maşukların meyil ve muhabbeti ise onları güzelleştirir parlak bir hale sokar. Sevgililerin aşkı onların yanaklarını parlatır. Aşıkların aşkı aşıkların canlarını yandırır. Kehlibar niyazdan müstağni davranan bir aşıktır....

Mevlana 

23 Nisan 2012 Pazartesi

Gözlerin gökyüzünde bir dolunay.....


                                   Foto Demet Toros

Diyelim 

ki sessiz gecede poyraz… 

Sis çökmüş o heybetli dağlara; 
yurdun 
da kar altında, gözlerin gök- 
yüzünde bir dolunay. 

Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
Seslere çarpmış sesin,
ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…

Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor.

Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak.
Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
sis çökmüş güvendiğin dağlara...

Kederli bir süvari ol,
Orda, sen orda!
Bıkma atını mahmuzlamaktan,
bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan…

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.

Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın…
Kimi kanıyor şahdamarından,
kimi bozgununda yetim dervişan,
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…

Yamalı yerlerinden kanıyor hayat,
tutunduğun günlerinden soluyor hayat.
Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın,
salıver düşlerini ateşlere abansın!

Tutunduğun günlerinden solarken hayat,
bıkma atını mahmuzlamaktan;
bıkma sendeki insan için,
derin uçurumlar arşınlamaktan...

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden;
bir gün kırlangıçlar geçecektir göğün genişliğinden.

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt,
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın;
çünkü senin de bir ütopyan varsa,
i n s a n s ı n…

Yılmaz Odabaşı

Bağlanmayacaksın...........


                   foto Demet Toros


Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. 
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. 
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü. 


Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. 

Çok sevmeyeceksin mesela. 
O daha az severse kırılırsın. 
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden... 
Çok sevmezsen, çok acımazsın. 
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. 
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... 

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. 

Senin değillermiş gibi davranacaksın. 
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. 
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. 

Çok eşyan olmayacak mesela evinde. 

Paldır küldür yürüyebileceksin. 
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. 
Gökyüzünü sahipleneceksin, 
Güneşi, ayı, yıldızları... 
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin. 

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin... 

Mesela gökkuşağı senin olacak. 
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. 
Mesela turuncuya ya da pembeye 
Ya da cennete ait olacaksın. 
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. 
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, 
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. 

İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...



Can Yücel

13 Nisan 2012 Cuma

Çiçek olmalı........


Şimdi bir çiçek olmalı 
Kuraklaşmış bedenim üstüne, kök açmalı 
Rengi sarı olmalı, 
Açtıkca, 
Ruhuma güneşin sıcaklığını yaymalı, 
Isıtmalı, 


Şimdi bir çiçek olmalı 
Bitkin düşmüş bedenimi sarmalı 
Rengi mavi olmalı 
Açtıkca, 
Ruhumda dalgalanmalı, köpükler sarmalı, her yanımı 
Meltem olmalı hafif meşrep, 
Ruhum denizde dalga martılar arkadaşım olmalı 
Şımartmalı, 


Ruhum, ruhum yalnız kalmamalı 
Şimdi bir çiçek olmalı 
Rengi kırmızı olmalı 
Her anımda yanım da bana can olmalı, 
her yanımdan aşk akmalı, eli ellerim de 
Bedenime can olmalı 


Şimdi bir çiçek olmalı 
Yalnızlığım bedenime, 
kır bahçelerinin renkleri ile saklanmalı 
Rengi yeşil olmalı 
Gönül bahçemde yeşile, buğday sarısı, göz kırpmalı 
Ve biz bu bahçe de senin ile 
aynı agacın dalın da çiçek açmalıyız.....

 Orhan Eren Uncu

31 Mart 2012 Cumartesi

Sesiz sinema.....




Yordu bütün yıl bizi işler
ve ilişkiler: Buraya ondan geldik.
Korkmuştuk korkularımızdan,
coskularımızdan bıkmıştık,
ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu
çarklar, kimseye rastlamıyorduk,
kendimize bile: Buraya ondan
gelmiştik.


Bulduk aradığımız yeni oyuncuları,
öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık
kuralları, neden böyle oldu pek
anlayamadık: Kağıtlar ve zarlar,
pullar ve kibrit çöpleri atıldı
tek tek bir köşeye: Bir gençlik
oyunuydu, benimsedik birden.


Kamera kontrol, döndü makaralar
geceden geceye: Rolden role girdik
gördüğümuz, görmediğimiz filmlerle;
güldük beceriksiz bir anlatıma, usta
bir kavrayışı içtenlikle alkışladık,
mimikler ve jestler arasında başka
durumlara ve kişilere öykündük:
Buraya ondan gelmiştik.


Kimbilir kim hatırladı piyanoyu
içimizden: Bıkmıştık sinemadaki
sessizlikten. Biraz buruk, çokca
esrik, kendimizden koparak yattık
sonra o gece. Buraya ondan mı
gelmiştik: Uyandık erkenden,
yeniden seslendirdiğimiz filimde:
Yabancıydık şimdi giyindiğimiz
kişiye, tıpkı gelmeden önce.

Enis Batur