7 Şubat 2012 Salı
Kuvay-ı milliye destanı dördüncü bap'tan...
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç Türk köylüsü :
«Ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»
yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
bir şiir yazdım,
garip bir şiir,
«Türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.
kardeşin
Nurettin Eşfak
Türk köylüsü ;
topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır
kerem'dir
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, «yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir»,
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip
«-gayrık yeter!...»
demesinler.
bunu bir dediler mi,
«isrâfil sûrunu urur,
mahlûkat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbı hayat akıtmağa...»
Nazım Hikmet Ran
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder