29 Şubat 2012 Çarşamba

Tel cambazı.....


Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.

Turgut Uyar 

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam...... Turgut Uyar


Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliçten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
...Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...


Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.


Şarkılar söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım.


Ver elini haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafifden soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...


Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıkdır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.

Turgut Uyar

28 Şubat 2012 Salı

Açıl bana..........İngeborg Bachman


Açıl bana..! kapandı bütün kapılar, şimdi gece vakti,
ve ne varsa söylenecek, daha söylenmedi.
açıl bana!
çürümüşlükle dolu hava ve dudaklarım
daha öpmedi mavi pelerini.
açıl bana!
elinin çizgilerinde okuyabiliyorum şimdiden,
alnıma dokunmakta ruhum, geri götürmek için.
açıl bana!


Gizlidir yarın konuşacağım dudaklar,
bu gece istediğim seninle uyanık kalmak
ve ihanet etmeyeceğim sana.


İngeborg Bachman

Öteki........Birhan keskin


Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
Onlar aşağıda siyah kalacak!
Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar kalkıp sıçrayacak!
Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!


Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
Onlar bir hatırada donmuş duranlar.
Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.


Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.


Ah siz, nasıl da 'siz'siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!


Siz 'it was very amazing' derken 'and fun'
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.


Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.


Birhan Keskin

27 Şubat 2012 Pazartesi

Yürürken...Edip Cansever


Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet´nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler´den Hisar´a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar´dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.


Edip Cansever, Tomris Uyar'a yazdığı şiir

Arkadaşlık.......Halil Cibran


Ve bir genç, şöyle dedi: "Bize arkadaşlıktan bahset."


Ve o cevap verdi:


"Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir.
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.


O sizin sofranız ve ocakbaşınızdır.
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.


Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.


Ve o sessiz kaldığında,
kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca,
tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler,
gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.


Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...


Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.


Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır
ve sadece yararsız olan yakalanır.


Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun.
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse,
meddini de bilmesine izin verin.


Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş
aramanızın anlamı olabilir mi?
Onu, zamanı yaşatmak için arayın.


Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.


Ve arkadaşlığın hoşluğunda,
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun.
Çünkü küçük şeylerin şebneminde,
yürek sabahını bulur ve tazelenir."


Halil Cibran 

Anılar Öptü Dudaklarımı......Pelin Onay


Sesi soluğu kesilmiş bir aşkın ortasından yürüyoruz.
Acılarımızı saramayacak kadar uzağız artık.


Kirpiklerimizde beslenen düşler,
Yeni doğacak sevgililere miras
Düşünüyorum da,
Belki biz sevgiyi değil, hep ayrılığı büyüttük seninle
Çıplak bedenlerimizden akan özlemler yanılttı bizi
Yağmur yağarken anımsadığın ben değil,
Yalnızlığındı belki de
Ve ben yalnızlığını bile özledim desem,
Beni duyamayacak kadar sessizsin artık


Nakaratındayım anıların
Beni bu gece dehlizlere sürükleyen Timur Selçuk,
Babasının şarkılarını söylüyor
Öyle hüzünlü, öyle hasret, öyle tutkulu
Ben de senin şarkılarını söylüyorum
İs gibi, sus gibi, öyle vurgulu
Kaçırıp getireyim kendimi yanına bir an için desem,
Sana sarılamayacak kadar yorgunum artık


Dağınıklığını toparlarken odamın,
Elimde kaldı bir kitabın içinden düşen resmin
Göz göze geldik bir an,
Gözlerinde 'seni seviyorum' bakışın
Kara çalılar ardına saklanan sinsi bir isyan kaşıdı yüreğimi
Resimlerde kalacak kadar yabancı değildik o zaman
Her şeyden önce dostumdun,
Islak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim
Şimdi gözlerinde yeniden kulaç atmak istiyorum desem,
Mavilerinde yüzemeyecek kadar bitkinim artık


Nerede yanlış yaptığımı itiraf etmedi aşk
İlam kağıtları birikmiş bir sevda duluyum
Şarkıların sakiliğini tek başıma yapıyorum,
Rakı makamına göre kadehe doluyor
Bilirsin işte, artık sevmek istemeyen kadınlık halleri
an geliyor,
Kalbim kanatlanıp göğüs kafesine girmek istiyor desem,
Semalarında süzülemeyecek kadar yaralıyım artık


Ağdalı sevdim seni ama yapışkan değil
Sevmek çekip gitmekti gerektiğinde, bunu bildim
Sadece şiirlerimde konuşabildim, bağıra.. çağıra
Kızdın ve kırıldın sitemlerimin tavşan dudaklarına belki ama
Sevdim seni, ayazda.. boranda
Ah o sadekâr ellerin bedenime yeniden dokunsa desem,
Ellerini bedenimde tutamayacak kadar titriyorum artık


Bir kedi gözlerimin içine baktı
Ruhumdan bir deniz geçti, dalgaları göğsüme çarpttı
Antika bir fincanda iç çekişlerim kaldı
Gül kurusu perdeler, mutluluğuma kapandı
Anılar dudaklarımı öptü, dudaklarım sızladı
çok zaman sonra sen de öp beni desem,
Öpüşlerimiz bizi yakacak kadar sıcak değil artık


Ve sen, her şeye rağmen gelip, 'seni seviyorum' desen,
Bu iki kelimeden ölesiye korkuyorum artık..


Pelin Onay

5. Mektup.......Ümit Yaşar Oğuzcan

 Ayrılık diye bir şey yok. bu bizim yalanımız. sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. şimdi nerdesin? ne yapıyorsun? güneş çoktan doğdu. uyanmış olmalısın. saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? öyleyse ayrılmadık. sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. önce beklemekten. ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini..zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. ya o? ya o? 

İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. işte yaşamak maceramız bu. yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek! 

Özleme bir diyeceğim yok. o kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. o nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. o tek güzel yönü bekleyişlerimizin. insanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir. 

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!


Ümit Yaşar Oğuzcan 

Hürriyete doğru......Orhan Veli



Gün doğmadan, 
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola. 
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, 
İçinde bir iş görmenin saadeti, 
Gideceksin 
Gideceksin ırıpların çalkantısında. 
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı; 
Sevineceksin. 
Ağları silkeledikce 
Deniz gelecek eline pul pul; 
Ruhları sustuğu vakit martıların, 
Kayalıklardaki mezarlarında, 
Birden 
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda. 
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin; 
Bayramlar seyranlar mı dersin, 
Şenlikler cümbüşler mi? 
Gelin alayları, teller, duvaklar,  
Donanmalar mı? 

Heeey 
Ne duruyorsun be, at kendini denize: 
Geride bekliyenin varmış, aldırma; 
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet; 
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; 
Git gidebildiğin yere...  

Orhan Veli Kanık 
 

Ada şarkıları.......Ingeborg Bachmann


İnsan ayrılırken
fırlatmalı şapkasını denize,
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda,
kurduğu sofrayı sevgilisine,
devirmeli denize,
bardağında kalan şarabı dökmeli denize,
ekmeğini balıklara vermeli
ve denize bir damla kan katmalı,
bıçağını dalgalara saplamalı
ve salmalı sulara ayakkabılarını,
yürek, çapa ve haç
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda!
Döner gelir sonra.
Ne zaman?
Sorma.




Ingeborg Bachmann

Sözcükler.....Anne Sexton

Sözcüklere dikkat edin,
olağanüstü olanlarına bile.
Çünkü olağanüstü için yapabileceğimizin en iyisini yaparız, 
kimi zaman sözcükler arı gibi sokarlar
ve bir öpücük bırakırlar iğne yerine.
Parmaklar gibi değerli olabilir sözcükler
Ve kaya gibi güvenilirdir sözcükler
kıçınıza sokarsınız onları.
Ama hem papatyalar hem de bereler gibi olabilirler.

Yine de severim sözcükleri.
Tavandan düşen güvercinlerdir sözcükler.
Dizlerimde oturan altı kutsal portakaldır onlar.
Sözcükler ağaçlardır, yaz'ın bacakları,
Ve güneş, ve onun tutkulu yüzü.

Ne var ki sözcükler sıklıkla yanıltır beni.
Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki,
Bir sürü öyküler, betimlemeler, atasözleri, vb.
Ama sözcükler yetersiz kalır,
yanlış olanları gelip öper beni.
Kimi zaman uçarım bir kartal gibi
ama bir çalıkuşunun kanatlarıyla.

Yine de sözcüklere dikkat etmeye
ve kibar olmaya çalışıyorum.
Sözcüklere ve yumurtalara özenle dokunmalı.
Bir kez kırıldılar mı olanaksızdır
Onarılmaları.


Anne Sexton
 

26 Şubat 2012 Pazar

Gülüm diyorum sana.....Pelin Onay


saçmalıyorsun zaman zaman 
ağzından dökülen kelimeler yönünü şaşırıp, 
uçurumlardan düşüyor, intihar ediyor belki 


oysa 
yaşlı değilsin sen 
yaşadıklarınla boy ölçüşüyor 
yaşayamadıklarına bir anlam veremiyorsun 
hatırlıyorum da, 
bir dilenci gibiydin tanıdığımda seni 
dua eden ellerine, 
para sıkıştırıyordu insanlar 
dağınıktı saçların 
kirli 
yağlı 
ve dertli 
gülüm diyorum sana 
gülüm dertliydi saçların 
uzanıp da dokunduğumda 
irkilmiş 
utanmıştın 
unutmuş gibiydin dokunuşları 
acıyorum sandın 
hiç acımadım ki sana 
sevdiğim için söyledim bütün şarkıları 
hüzzamla seviştim 
rastla kırıştırdım 
kürdi-li’yi hicazdan ayırmayı, 
aklımın ucundan bile geçirmedim 




ama sen 
o tütün kokan parmaklarının arasına sıkıştırdığın kemanı 
çalmaya bile korkuyorsun 
ki şarabı, 
keman çalar gibi içiyorsun 


ya gelmeseydim 
oturmasaydım yanına 
şu tahtası kırık iskeleden atacak mıydın kendini? 
canına acımıyorsan, 
şu kemana acı 
sen olmazsan dile gelir, 
konuşur mu sanıyorsun...? 


söylesene 
hangimiz hiç ağlamadı hayatı boyunca? 
ucuz beklentilerin alay konusu bile olmadık mı..? 
yalnızlığımızdan yararlanıp, 
hayasız sevdaları bıraktılar eşiğine kapımızın 
sevildiğimizde oldu, 
sevilmediğimizde 

yani sen şimdi 

yüreğinin genişliğinden 
ellerindeki nasırdan 
uzun boylu sevişlerinden mi utanıyorsun? 


gülüm diyorum sana 
gülüm yapma 
belki bir şarkılık nefesimiz kaldı 
belki de iki satırlık bir yaşam 
şimdi al sesimi 
tanıştır şu kemanın telleriyle 
çünkü ben 
yanında kalmak 
hasretine yoldaş olmak 
seninle öykünmek istiyorum geceye 


gülüm diyorum sana 
gülüm 
başla... 




Pelin Onay

Ayrılık sevdaya dahil...Attila İlhan


Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm,
 zehir zemberek AŞKIMIZ

Attila İlhan 

Denize karşı alkol tüketimi....


Bir veda kanaması.... bir kara gece; gözlerin kadar...
Çekim alanına girmiş tek kişilik kalabalık bir dünya.
Yıldızları çalınmış bomboş bir gökyüzü bana bıraktığın son hediye, her yıldızın anlamını yavaş yavaş yitirdiği yaşanması zorunlu anıların kalbime saplandığı Birbirine yaklaşan tek kişilk iki dünya.
Yörüngelerini şaşıran martılar eşliğinde her satır başında seni anıyorum , 
Deniz'e karşı alkol tüketerek..
Kelimelerin sesi 'sesin' oluyor çarpıyor yüzüme,
Bilmediğim adreslere mektuplar yolluyorum bütün postanelerden..
Alacakaranlıktı.... 
Ellerimin iki yana düştüğü vakit yağmur yangını daha da alevlendiriyordu ve sorularla değiştirdiğim anlamlarımı arıyordum en gizli mabedlerde..
Zaman talan ediyor , zaten kanayan kalbimi 
Gözlerim 'gözlerin' oluyor dalıyorum derin maviye..
Sabaha nöbetçi bırakıp gittiğin ! o kapkaranlık şafaktan beri alkol tüketiyorum Deniz'e karşı...
Arada , aralanıyor yüzümün hüzün perdeleri , sonrası yine sen oluyor kalıyorum dalgalarla başbaşa...
Böylemi yaşanır ayrılık acısı?
Oysa , kendimizle 'biz'i yeniden tanıştıran bir sihirdi aramızdaki,
Oysa, içimdeki kalabalıktan kurtulmuştuk tek kişilik dünyamızı yarattığımızda..
Geceydi.
Önce ellerim eridi ellerinde , Gözlerim 'gözlerin' oldu düştü avuçlarına .. 
Üşüyen Dağlar var şimdi parmaklarımın arasında .. 
Susuzluktan çatlamış dudaklarımın sahibi ...
Kana kana sevmek isteyen dudaklarımı bıraktın çöl ortasında..
Artık en sevdiğim insanlarla bile beraber olmaktan mutlu değilim ..
Hiç kendini kalabalıklar arasında yapayalnız hissettiğin oldu mu?diye sormuştun konuşmamızın en başında....
Hatırlarsın...
İçimdeki kalabalık büyüdükçe büyüyor şimdi.. 
Çünkü senide katıyorum içimdeki sensiz izdihama..
Biliyorum , iki koca ömrü 362 güne sığdırmaya çalışmak gibi küstahça bir isteğimiz oldu ..
Ve tükettik , engüzel var oluşları .
Kendi elimizle boğazladık doğmamış çocuğumuzu.
Peki niye ?
Niye , katilde ben, kurbanda benim şimdi ??
Neydi birbirimizi 'birbirimize' ayna kılan ?
Söylesene , neydi çağlara sığdırdığımız kısacık bir ömür ?
Ay ışığının gözlerime her temas ettiğinde , kirpiklerim her ıslandığında, ruhum her çözüldüğünde 
Alkol tüketiyorum Deniz'e karşı..
Çocukluğumdan kalma saflığımı çaldın , ses çıkarmadım 
Geleceğimden umutlarımı çaldın , ses çıkarmadım ..
Ama bukadarı fazla , dalgaların sesini alamazsın yüreğimden ..
O dalgalar ki sesin , bakışların , ömrüm , ömrün...
O dalgalar ki her gece Deniz'e karşı oturup alkol tüketmemin çağlara sığmaz , destansı savaşı..
Henüz yastığım kabullenemedi sensizliği , uyumayışım bundan , seninle alakası yok.
Henüz zamanı gelmediği için bahar kapıda değil , bu yüzden uzun sürdü kış , bununda seninle alakası yok..
Ya rüyalarıma ne demeli ?
Bir kısır döngü , bir haykırış hepsi..
Tıpkı karaya vurmak istemeyen dalgarın sesi gibi..


Sana yazıldı her cümle , ıssızlığın eşliğinde her dalganın 'es' olduğu bu gece..
Ve Deniz'e karşı tükettiğim son alkol damlası...


Ben ölüyorum Deniz kızı 
Sen bir el daha oyna...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Geriye dönüp bakmayacaksın.....Mehmet Coşkundeniz



Geriye dönüp bakmayacaksın. Yediğin çelmelerle düştüğün yerden hemen kalkacaksın. Üzülmeyeceksin düştüğüne. Ne kadar kötü düşersen o kadar iyi, ne kadar çok yanarsa canın o kadar iyi. Bisiklete binmek gibi bir şey bu... Düştükçe daha iyi binmeyi öğrenirsin. İlk düşüşünden sonra da evde pansuman için her şey hazırdır zaten... Yani aşk seni yaralayacak diye üzülmeyeceksin. Yaralanmadan aşkı yaşamayı öğrenemezsin. Her aşk bir şey katar sana, her acı olgunlaştırır.

Gecenin karanlığında bile duvara rengarenk resimler çizebileceksin. “Karanlıkta nasıl çizerim?” demeyeceksin. Hiç kimsenin görmediği renklerle boyayacaksın duvarı. Sadece senin gördüğün o renklerin geceyi nasıl aydınlattığına şaşıracaksın. Belki önce bir kır çiçeğinin üzerindeki çiğ damlasını çizmekle başlarsın işe. Sonra denizi boyarsın duvara. Deniz varsa benim için resim bitmiş demektir. Deniz varsa şöyle bir soluklanacaksın demektir. “Neden?” deme, sen seyret. Deniz sana anlatır... En çok da aşkı anlatır deniz, masmavi bir aşkı... Denizin sonsuzluğuna bırak kendini, aşkı da huzuru da bulursun orada. Korkma, dalgalar ne kadar yüksek olsa da suyun yüzünde kalırsın. Yüreğine güven, en çok ona güven...

Umut senden ne kadar yüksekteyse, o kadar sıçramayı öğreneceksin. Günlerce sürecek olsa da bıkmayacaksın. Daha yükseğe, daha yükseğe sıçrayacaksın. Sonra umudu yakalayacaksın. Ve bir umut yakalamanın hiç de kolay olmadığını anlayacaksın. Bu kez o umudu kaybetmemek için sıkıca sarılacaksın. Bunları yaparken hiç merak etme kaçırırım diye bir şeyleri. Hayat sen istediğin sürece seni takip eder çünkü. Zaman hiçbir zaman geç değildir. Zaten aşk da hep zamansız gelir...

Mehmet Coşkundeniz 

Ön yargı ve kurallara çok güvenmemeli



Dün başarısızlıklar üzerine ilginç bir paylaşımım vardı sizler ile, bu gün ise ön yargı ile ilgili ufak herkesin bildiği kişiler ama gerçekten ilginç....

Seçim var, ülkenizi yönetecek lideri seçeceksiniz… Adaylardan biri, felçli, yürüyemiyor, günde iki paket sigara içiyor, neredeyse elinde viski bardağı olmayan fotoğrafı yok, evlilik dışı ilişkileri ayyuka çıkmış, sık sık metresinin evinde kalıyor, gayrimeşru çocuğu olduğu söyleniyor, kendisiyle parası için evlenen nikâhlı eşi desen, lezbiyen… Oy verir misiniz?

Amerikalılar verdi.
Hem de dört defa seçtiler.
Ülkesinin krizdeki ekonomisini uçurdu. 
Franklin Roosevelt 


Adaylardan öbürü, askeri okulu zor bitirdi, ha bire çakıyordu, tembel, öğlene kadar uyuyor, obez, yürümekten bile hoşlanmıyor, ordudan ayrıldı, herhangi bi meslekte dikiş tutturamadı, zırt pırt işten kovuldu, sigara kesmiyor, purosu emzik gibi hep ağzında, öğrenciyken uyuşturucu kullandığını itiraf etti, her gece bi şişe viski deviriyor… Oy verir misiniz?
İngilizler verdi.
Tarihin en saygın siyasetçilerinden oldu.
 Winston Churchill 


Son adayımız, annesinin kardeşlerinin geçimini sağlamak için öğrenciyken inşaatlarda çalıştı, ressam, hayvansever, vejetaryen, sporcu, sigarayı ağzına sürmüyor, içki içmiyor, nikâhlı eşi dışında ilişkisi olmadı, şeref madalyası var, Time’a kapak oldu, yılın adamı seçildi, Amerikan basını tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi… Oy verir misiniz?
Almanlar da verdi.
Adolf Hitler


Hadi gelin, bi soru daha… Kocası alkolik, işsiz, berbat şartlarda yaşayan, dünyaya sekiz çocuk getiren, sekiz çocuğu da zihinsel ve bedensel engelli olan, üstüne vereme yakalanmış bi hamile kadını görseniz, güzel kardeşim sen en iyisi kürtaj yaptır der misiniz?
Cevabınız evet’se…
Beethoven’ı öldü


Çok zaman önce hatta zaman yok iken başladı


Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
 İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın.
 Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bu gününü.

Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü eline yüzüne bulaştırdı... Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın ne de dün.......!